1985 yılının Türk basınında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Türker Acaroğlu makalesi, Bulgaristan'da Türklerin bulunduğu konum ve şartları inceledi.
Reisi Cumhur Sebahattin Öztürkoğlu Arşivinden
Yarına Mektuplar - Dördüncü Makale
Cumhuriyet Gazetesi
20 Nisan 1985
Sayfa 2
HABER ADI : Boyunduruk Altında
MAKALE YAZARI: Türker Acaroğlu, Emekli Derleme Müdürü
Jivkov, Müslüman Pomaklara Bulgar demekte, onların Osmanlı Türklerince zorla İslamlaştırılmış olduklarını savunmakta, bu yüzden şimdi gönül rızasıyla (!) Bulgarca adlar aldıklarını söylemektedir. Dört yıl önce söylenen bu sözleri, acaba Dışişleri Bakanlığımız zamanında protesto etti mi? Etmediyse, olayların bugün bizi bu noktaya getirmesine neden şaşmalı? Jivkov'un sözleri, İngiliz yazarını memnun etmiş olabilir ama bizi tatmin etmiş olmaktan çok uzaktır.
Bulgaristan'da yüzyıllardan beri yaşayan iki buçuk milyona yakın Türk'ün ulusal - dinsel niteliklerden yoksun kalmasını amaçlayan Bulgar eritme politikası, yeni başlamış değildir. Bu politika "93 savaşı" denilen 1877 - 78 Türk savaşından sonra Berlin antlaşmasıyla bağımsız bir Bulgar Prensliği kurulmasıyla başlar. Gittikçe yoğunlaşan baskı, zulüm ve işkence yöntemleriyle bugüne gelir. Ancak birkaç aydır Türklerin İslam - Türk aslarını değiştirip Hristiyan - Bulgar adlarını almaları için zorlamalar, alma istemeyenleri sürgüne göndermeler, tüfek, süngü ve tanklarla öldürmeler dayanılmaz bir hal almıştır.
Bulgarlar, birkaç yıl önceden Cumhurbaşkanı Todor Jivkov'un ağzıyla bunun işaretlerini vermişti. Ama biz anlamakta geciktik. Nitekim Pergamon Press adlı İngiliz - Amerikan yayınevi ortaklığının Başkanı Robert Maxvell'in Jivkov'la yaptığı görüşmeler, Kasım 1981'de İngiltere'de bir kitap biçiminde yayımlanmıştı. "Dünyayı Yönetenler" dizisinde basılan kitabın başlığı : "Yeni Bulgaristan'ın kurucusu ve devlet adamı Todor Jivkov" idi.
GERÇEĞE AYKIRI YAYIMLAR
Bu görüşmeler sırasında İngiliz yazarın Jivkov'a Bulgaristan Türkleri konusunda yönelttiği sorularla yanıtları, Sofya'da çıkan "Rabotniçesko Delo" gazetesinin 24 Ocak 1982 günlü LVI/24 numaralı sayısında olduğu gibi yayımladı.
Maxvell'in yönelttiği ilk soru:
"Uluslararası Af Örgütü'nün Aralık 1980'de yayımlanan bir raporunda, Bulgaristan'daki Müslüman azınlığın kötü durumundan söz ediliyor. Bunlar kültürel haklarının ellerinden alınmasını, örneğin Türkçe eğitim ve öğretim yapan okulların kapatılmasını protesto ediyorlardı. Müslüman azınlıkla ilgili şimdiki politika nedir?"
Jivkov'un buna yanıtı şöyle:
"Sosyalist devrim, din ve mezhep sorununu, çeşitli ilkelerle ortaya koymuştur. Anayasamıza göre bunlar, devletten ayrılmıştır... Bulgaristan Türkleri ve az sayıdaki Pomaklar "(Jivkov bunlara "Müslüman Bulgarlar" diyor!) yani bizde İslamlığa inananlar - Hristiyanlıktan sonra büyüklük yönünden ikinci dini oluştururlar. Bunlar Cumhuriyetin tüm öteki yurttaşlarına eşit ve kendi dinlerine inanmakta özgürdürler. Ülkede 1.300'ü aşkın cami, 8 bölge müftülüğü, 1 baş müftülük, 570 bölge imamı vardır. Her yıl devlet baş müftülük bütçesine yardım olarak ödenek ayırır, onu destekler. Bundan başka mimari ve tarihsel önemli olan cami, mezarlık gibi Osmanlı döneminden kalma anıtların korunması ve onarımına devlet özen gösterir. Şeriat hukukuna tümüyle uygun olan bu din, bugün de kendi emlakine sahip olup bunları yönetmekte, gelirleri dinsel amaçlara harcanmaktadır. Camiler her zaman açıktır, müminlerce serbestçe ziyaret edilmektedir."
Sayın Jivkov böyle söylüyor. Ama gerçek durum hiç de öyle değildir.
Bulgaristan'daki Müslüman - Tük halkının bugünkü durumu ile Jivkov'un yanıtları arasında pek büyük bir çelişki olduğunu, kanıtlar ve tanıklar ispatlamaktadır. Sofya'daki baş müftü ile taşradaki müftüler tümüyle güvenlik kuvvetlerinin yönetimi ve denetimi altında çalışır. Camiye gidebilenler, köylülerle çiftçilerdir. Kentlerdeki Türk memur ve öğretmenler camiye giderlerse görevlerinden alınacaklarını bilirler. Benim görebildiğim Sofya, Filibe, Razgrad, Şumnu, Kızanlık, Rusçuk vb kentlerdeki camiler - "Onarım var" diye - iskeleye alınmış, kilit altında tutuluyordu. Bu durum uzun yıllardan beri sürüp gidiyor. Kentlerde Müslüman mezarlıkları kaldırılmış, cenazeler Hristiyan maşatlığına gömülmektedir. Türk vakıf emlakine devlet, el koymuştur.
Jivkov, yanıtını sürdürüyor.
"Bulgaristan'da Türkçe - Bulgarca olarak 20.000 sayı basılan Yeni Işık gazetesi yayınlandığı gibi gene Türkçe - Bulgarca çıkan ve 10.000 tirajı olan Yeni Hayat dergisi de vardır. Bulgar radyosu her gün 4 saat Türkçe yayın yapar. Şumnu, Kırcali, Razgrad kentlerindeki devlet tiyatrolarında özel Türkçe programlar, danslar vb hazırlayan kurulları vardır. Bizde klasik Türk yazınının ve çağdaş Türk yazarlarının yapıtları Türkçe ve Bulgarca olarak yayımlanmaktadır."
Evet, o haftalık gazete ile aylık derginin çıktıkları doğru ama sayfalarının çoğu Bulgarca metinlerle dolu. Günlük Türkçe gazete yok. İki buçuk milyon Türk, otuz bin gazete - dergi! Bu sayı yeterli mi? Adları anılan kentlerdeki Türk tiyatroları vaktiyle yalnız Türkçe oyunlar sergilerken bugün bütünüyle Bulgarca oyunlar gösteriyor. 1950'lerde Türk yazarlarının yapıtları Sofya'da Türkçe olarak da basılabiliyordu ama bugün hayır!
TÜRKÇE OKUP YAZMAK TÜMÜYLE YASAK
Sayın Jivkov'un yanıtını okumayı sürdürelim:
"Bulgaristan Türklerinin çocuklarının eğitim ve öğretimi anayasaca güvence altına alınmıştır. Ülke için tek olan eğitim - öğretim plan ve izlencelerine göre, Milli Eğitim yasasına uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Zorunlu eğitime bağlı 7 - 16 yaşları arasındaki çocukların hepsi bunlara göre eğitim - öğretim görürler. 8. Sınıfı bitirenlerin her türlü genel, özel ve mesleki - teknik orta dereceli okullarda eğitim - öğretimini sürdürmek, bundan sonra da yüksek okullara devam hakları bulunmaktadır. Bu, onlara uzmanlığa hazırlık için eşit olanaklar sağlamakta, öteki gençlerle onları aynı esasa bağlamaktadır. Onun için Türk ana babaların kendi isteklerine göre 1972 - 73 ders yılından beri Türk Dili 1. sınıftan 9. sınıfa dek seçmeli (isteğe bağlı) olarak okutulmaktadır. Bulgaristan Türklerinin çocukları, bizdeki bütün çocuklar gibi parasız ders kitabı, yardımcı kitaplar alırlar. Ayrıca yarı yatılı okullar, pansiyonlar, yurtlar, ders çalışma odalarından da yararlanırlar."
Oysa Bulgaristan'da Türkçe okuyup yazmak tümüyle yasaklanmıştır. Okullardaki öğretmenlerle öğrenciler kendi aralarında bile Türkçe konuşamazlar. Kasabalarda "Türkçe konuşmak yasaktır!" diye yazılı levhalar gördüm. Yeni doğan çocuklarına Bulgarca adlar koymaları konusunda ana - babalara baskı yapılmaktadır. Büyüklerin de adlarını değiştirmeleri istenilmekte, kabul etmeyenler karakollarda sürünmekte, sürgünlere gönderilmektedir.
Bizce Jivkov'un en önemli itirafı şudur:
"Müslüman Bulgarlara (Pomaklara gelince), sayıları az olan (bizce 250.000) özellikle Rodoplar bölgesinde yaşayan bu halktan müminler de aynı biçimde serbestçe ve eşit haklara sahip olarak İslam dininin buyruklarını yerine getirirler. Camileri ve imamları, müezzinleri vardır. Etnik köken bakımından bu halk halis Bulgardır Ama Osmanlı - Türk boyunduruğu döneminde zorla İslam yapılmıştır. Bizim zamanımızda halkın bu bölümü tümüyle gönüllü olarak, kendi istekleriyle yeniden Bulgarca adlar almakta, bu iş onların din ve mezhebini asla etkilememektedir."
ZAMANINDA PROTESTO ETMELİYDİK
Demek oluyor ki Jivkov, Müslüman Pomaklara Bulgar demekte, onların Osmanlı Türklerince zorla İslamlaştırılmış olduklarını savunmakta, bu yüzden şimdi gönül rızasıyla (!) Bulgarca adlar aldıklarını söylemektedir. Dört yıl önce söylenen bu sözleri acaba Dışişleri Bakanlığımız zamanında protesto etti mi? Etmediyse, olayların bugün bizi bu noktaya getirmesine neden şaşmalı? Jivkov'un sözleri, İngiliz yazarını memnun etmiş olabilir ama bizi tatmin etmiş olmaktan çok uzaktır. Şimdi adı anılan Uluslararası Af Örgütü, Bulgar hükümetine yeniden başvurarak Türk azınlığa yapılan baskılarla ilgili tarafsız, geniş kapsamlı bir soruşturma açılmasını istemiştir. Örgüt, bu raporun hazırlanma biçimi ile sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını da rica etmişti.
"Adını andığınız örgüte verilen bilgilere gelince bunların nereden sağlandıklarını bilmiyorum" diyen Jivkov'un böyle bir soruşturma açtırıp sonuç raporunu dünyaya açıklayacağına inanabilir miyiz?
Robert Maxvell, son sorusuna geçer.
"Türkiye'ye göç neden durduruldu?"
Jivkov'un yanıtı çok ilginçti. "Bulgaristan Türklerinin Türkiye'ye göç etmesini gözönüne alıyorsunuz sanırım."
Parçalanmış ailelerin birleştirilmesi ve başkaca insancıl nedenlerle 1968 yılında bölümsel bir göç için bir Türk - Bulgar antlaşması yapılmıştı. Bu antlaşmanın uygulanması sonucunda 10 yılda Bulgaristan Türklerinden önemli sayıdaki kişi Türkiye'deki yakınlarının yanına gitti. Bunlardan antlaşmaya uygun olarak göç hakları bulunan 10 bini aşkın kişi, Bulgaristan'da kalmayı yeğledi. 1978 yılında iki ülkenin antlaşmasına göre antlaşma eylemi durduruldu. Öyle ki bu antlaşma artık amacına ulaşmıştır. Böylece göç işinin "durdurulduğundan" söz etmek en azından doğru değildir.
SONUÇ
İşte Todor Jivkov'un gerçek yüzü budur!
Sonuç olarak diyebiliriz ki Müslüman Bulgaristan Türklerini Hristiyanlaştırıp Bulgarlaştırma eylemini, her şeye karşın durdurmayacak, ortaçağ yöntemleriyle başlattığı "haçlı seferi"ni sürdürecek.
Türklerin anayurda göç etmesine izin vermeyecektir.
Belki gelen son haberlere göre İslami adlarını geri vermeye başladığı Çingeneleri - sayıları pek çok olan bu göçebe halktan kurtulmak için - Türkiye'ye gönderecektir! Bunu bilelim.
Comments