TuvART yazarı Elif Sözer, gülümsemenin gerçek mi sahte mi oluşu üzerine irdelemelerini bu makalesinde paylaştı. Bilimsel araştırmalar ışığında verilerden yararlanan Sözer, yine keyifli bir yazı ile sizlerle.
TuvART Makale : Elif Sözer
Tarih öncesi çağlarda atalarımızın beyinleri aileden olanı tanımak, sağlıklı cinsel eşler aramak, kötü kokulu yiyeceklerden kaçınmak veya tehdit unsurlarına karşı güç göstermek gibi gündelik sorunlara çözümler üretebilecek şekilde evrimleşti.
İnsanın prototipindeki ilkel yapı, evrimsel süreçte gelişse de modern insanın davranış kalıplarını şekillendirmeye devam etti.
Bu davranış kalıplarını şekillendiren olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce veya durumlar varoluşu görünür kılan tetikleyiciler olarak çağlar boyunca insana hizmet etti. Bazılarını çözmek kolay oldu bazılarının kökenindeki keşifler şaşırttı.
İşte bu şaşırtıcı kökene sahip davranışlardan biri de “gülme”dir.
Gülmenin gücü ve gizemi yüzyıllar boyunca felsefecilerin, bilim insanlarının ilgisini çekmiş ve gülmenin ontolojik, psikolojik, psikofizyolojik, genetik yapısına dair birçok kuram savunulmuştur.
Bunlardan biri Aristoteles’in ortaya attığı ve felsefenin asabi adamları Kant ve Schopenhauer’un savunduğu “uyumsuzluk kuramı” dır.
Bu kurama göre gülme, uyumsuzluğa verilen bir tepki sonucunda meydana gelir.
Başka bir ifade ile şaka yapıldığında aklın beklediği şeyin ortaya çıkmaması, insanın umduğunu bulamaması, gülmeye neden olur.
Bu durumu ünlü sinirbilimci Ramachandran “paradigma kayması” olarak tanımlıyor.
Evrimsel süreçte bu paradigma kaymasının temelinde ilkel atalarımızın belli bir mesafeden kendisine doğru gelen başka bir bireyle karşılaştığında -yabancıların çoğunun potansiyel düşman olarak varsayıldığından- tehditkar bir yüz ifadesi ile köpek dişlerini göstermesi yatıyor. Gelen kişinin aileden ya da arkadaşlardan biri olduğu anlaşılınca gergin yanak kaslarına göz çevresindeki kasların katılmasıyla tehdide karşı ortaya çıkan “hazırlık tepkisi” içten bir mutluluk ifadesine dönüşüyor ve bir gruba ait olmanın getirdiği güven ve samimiyet duyguları pekiştiriliyor.
Kısacası, tehditkar bir yüz buruşturma ifadesi sayesinde evrimleşen gülümseme, köpek dişlerini göstererek sahte tehditlere karşı takınılan bir tepki sonucu ortaya çıkıyor.
Daha sonraları 19. yüzyılda Fransız fizyolog Dr. Duchenne ve ardından psikolog Paul Ekman’ın yaptığı çalışma, sahte ve gerçek gülümseme arasındaki farkı ortaya koyması açısından önemlidir: Gerçek gülümsemenin sadece “zigomatik kaslar” denilen yanak kaslarını büzüştürerek değil, orbicularis oculi yani göz çevresindeki kasların büzüşmesi ile oluştuğunu belirten bu olguya “Duchenne Gülümsemesi” deniliyor.
Sadece yanak kaslarının kullanıldığı sahte gülüşe “arkaik gülümseme” de diyebiliriz. Hani şu antik çağ heykellerindeki anlamsız surat ifadesi var ya! İşte o. Ya da selfilerdeki bazı gülümsemeler var ya! Gülümsemekle gergin olmak arasındaki bir yüz ifadesi.
Haliyle insanın poz verirken gergin olması doğal. Ama bazen bu yüz ifadesi, sahte ve samimiyetsiz ilişkilerin bir yansıması da olabiliyor. Bunun tam tersi, örneğin sevdiğimiz birine bakarken duygularımızın yönetildiği limbik sitemde uçuşan kelebeklerle samimi ve içten gülümsüyoruz. Fakat işin kötü yanı “gözlerin içinin gülmesi” diye tabir edilen bu gülüş, kaz ayaklarının da bir numaralı sorumlusudur arkadaşlar. Ama etrafımızda gözlerimizin içini güldürecek birileri varsa kaz ayaklarına takılmayalım. Zaten bizi gerçekten sevenler göz kenarlarımızdakilere değil, gözümüzün içinden yansıyana bakarlar.
Kökeni pek olumlu bir duruma dayanmasa da gülümsemek iyi hissettirir. Samimiyetin ve sevginin tadını bolca çıkarmanız ve sevdiklerinizle olur olmaz şeylere birlikte gülebileceğiniz anlarınızın olması dileğiyle.
Comentarios