Bir ortamda bulunan eşyaların ruhu, renkleri, hatta tasarımları bir insanı nasıl etkiler? Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü mezunu Yüksek Mimar, aynı zamanda TuvART Köşe Yazarı Elif Sözer, ilk makalesinde "Mekânın Ruhu"nu yazdı.
TuvART Makale : Elif Sözer
Mekân suflör gibidir bana göre; sahne arkasından fısıldadıklarıyla bireyin varoluş rolünü yönetir. Bunu renk, ışık, doku, koku gibi mekânsal fenomenlerle bilinçdışına -çağrışım yoluyla- mesajlar göndererek yapar. Bu mesajların duyular yoluyla beyne iletilmesinin ardından bilinçdışında olumlu ya da olumsuz birtakım duygular tetiklenir. Bu tetikleme sonucunda duygusal ve davranışsal dışavurumlar ortaya çıkar.
Bu bağlamda “mekânsal niteliği belirleyen fenomenler ve dekoratif öğelerin manipülatif gücü bireyin ruhsal ve zihinsel dünyasındaki kaosu regüle edebilme yetisine sahiptir” diyebiliriz.
Konuyu şöyle bir soru ile açayım:
“Kitaplarla dolu olan bir ortamda kendinizi nasıl hissedersiniz?”
Soruyu bir analojiyle cevaplayayım: Yapılan bir deneyde bir denek grubuna beyaz doktor önlüğü, diğer denek grubuna da beyaz renkte boyacı önlüğü giydirilmiş. Doktor önlüğü giydirilen insanların algısal ve bilişsel performanslarında artış gözlenirken boyacı önlüğü giyenlerde herhangi bir değişiklik olmamış.
İçinde kitapların, detayların, pozitif mesajlar veren dekoratif eşyaların olduğu bir mekânda, kitapların verdiği sufleler, zihninizden dilinize dökülür adeta. Eski bir radyodan süzülen melodiyle demlenir cümleleriniz. Kikir kikir oyuncak bebek, düt düt mavi otobüs, fısır fısır ağaç sehpa; o meraklı çocuktan deneyimli birer yetişkine dönüşüm serüveninizdeki bütün merhalelere karşılık gelir. Yani yaşam sahnesinde var olduğunuz tüm anlara ait ipuçları bulursunuz etrafınızda. Mekân varlığınızı kabul etmiş ve sizi tüm varlığıyla kuşatmıştır.
Bunu bir nevi “eşyanın hakikatini görme” anı olarak da yorumlayabiliriz. Etrafımızdaki her nesne birer ayna vazifesini görür. Birey, eşyada kendi özünde olandan bir parça bulduğunda “yankının yansıması” diye tanımladığım izafi dışavurum süreci başlar. Anlaşılmak ve kabul edilmenin verdiği özgürlük duygusu ile özümüzle sözümüz bütünleşir ve “anda kal”ırız.
Bu, zorlayıcı felsefi bir yorum gibi görülebilir. Ama hakikat ortadadır: Beyinler ve bedenler yaşam denilen sürecin büyük bir kısmını mekânların içinde geçirirler. İç ve dış sesler ya güzel bir senfoniyle akışta kalır ya da tam bir kakafoni ile kaosta sıkışır.
Bedensel ve nesnel mekânın frekansının rezonesinde varoluşun ipuçları saklıdır.
Comments